15 Kasım 2008 Cumartesi

ANİMASYON Yarışma Filmleri-1: Anadolu Üniversitesi


Anadolu Üniversitesi
UZAKDOĞU

YAPIMCI:
A.Ü.G.S.F.
YÖNETMEN:
Ali Can Meydan
SENARYO:
Ali Can Meydan
KONU:
Medeniyetlerin doğduğu toprakların dramı. Bize "uzak" olan doğu'nun hikayesi...
SÜRE:
4.35 Dakika

ANİMASYON Yarışma Filmleri-2: İzmir Ekonomi Üniversitesi


İzmir Ekonomi Üniversitesi
CEYHUN VE YILMAZ

YAPIMCI:
EmB Pictures
YÖNETMEN:
Enis Manaz
SENARYO:
Erdem Manaz
OYUNCULAR:
Ceyhun Gencer
Yılmaz Şençeliker
KONU:
Ceyhun ve Yılmaz. Ceyhun benim en yakın arkadaşlarımdan birisi, Yılmaz ise onun kuzeni. 26 Nisan 2005 Salı günü Yılmaz beden eğitimi dersi sırasında kalp krizi sonucu aramızdan ayrılır. Ancak eski günler tekrar canlanır. Mutlu günlere tekrar dönülür.
SÜRE:
01. 30 Dakika

ANİMASYON Yarışma Filmleri-3: Marmara Üniversitesi


Marmara Üniversitesi
BİR DİLEK TUT

YAPIMCI:
Fatih Yılmaz
YÖNETMEN:
Fatih Yılmaz
YÖNETMEN YARDIMCISI:
Tuna Kuzucan
SENARYO:
Fatih Yılmaz
TÜR:
Canlandırma
(Gülçin Balta Tezcan)
KONU:
Yeryüzüne düşen bir yıldıza yardım eden bir adamın, bu yaptığı iyilik karşısında aradığı aşkı bulması...
SÜRE:
02. 15 Dakika

ANİMASYON Yarışma Filmleri-4: School Film Zlin Üniversitesi (Çek Cumhuriyeti)


School Film Zlin (Çek Cumhuriyeti)
KİLLİNG THE GOD

YAPIMCI:
Film School Zlin
YÖNETMEN:
Denizcan Yüzgül
SENARYO:
Denizcan Yüzgül
OYUNCULAR:
Denizcan Yüzgül
KAMERA:
Denizcan Yüzgül
Honza Kulka
KONU:
Bir tesadüf bir neandertal bir sandalyeyle karşılaşırsa. Tanrı kavramı üzerine kısa bir yaklaşım.
TÜR:
Canlandırma
SÜRE:
01. 52 Dakika

BELGESEL Yarışma Filmleri-1: Dokuz Eylül Üniversitesi


Dokuz Eylül Üniversitesi
FREKANS

YAPIMCI:
Tanja Bjelanovic
Dusan Djokovic
YÖNETMEN:
Sertaç Kasaplar
SENARYO:
Dejan Petrovic
Sertac Kasaplar
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ:
Igor Zelic (Hırvatistan)
2.KAMERA:
Dimitri Hempel (Almanya
SES KAYIT:
Hadrien Mekki (Fransa)
ÖZGÜN MÜZİK:
Igor Vincetic(Sırbistan Karadağ)
Yutaka Ban (Japonya)
KURGU:
Sertaç Kasaplar
KONU:
Belgrad'ın Secereka köyünde bir dağda yalnız yaşayan yaşlı Baka ile tüm gün ona arkadaşlık eden yerel radyo istasyonu arasındaki ilişkinin konu edildiği film, 10 günlük bir "Öğrenci Sanat Kampı-Workshop" çalışmasıdır.
SÜRE:
07. Dakika

BELGESEL Yarışma Filmleri-3: Selçuk Üniversitesi


Selçuk Üniversitesi
ABDİTOLLU HÜSEYİN

YAPIMCI:
Murat Uraz
YÖNETMEN:
Murat Uraz
SENARYO-KAMERA-KURGU:
Murat Uraz
MÜZİK:
Overture-The Force Destiny-Verdi
KONU:
Konya’nın Abditollu köyünden, Hüseyin Küçükkoç, 20 Mart 1923 tarihine kadar olan 77 yıllık hayatını sıradan bir Anadolu köylüsü olarak yaşamıştır. Ancak bu tarihte yaşadığı bir olay, onu gazete manşetlerine, vali konaklarındaki davetlere, resmi törenlerde protokollere taşıyacaktır.Çünkü o artık Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün manevi babasıdır.
SÜRE:
11. 36 Dakika

BELGESEL Yarışma Filmleri-4: Marmara Üniversitesi


Marmara Üniversitesi
GEZİNTİ

YAPIMCI:
Kemal İleri
YÖNETMEN:
Kemal İleri
SENARYO:
Kemal İleri
SÜRE:
12 Dakika

DENEYSEL Yarışma Filmleri-1: Çankaya Üniversitesi


Çankaya Üniversitesi
DÖNGÜSEL HAYAT

YAPIMCI:
Emrah Sarı
YÖNETMEN:
Emrah Sarı
SENARYO:
Emrah Sarı
OYUNCULAR:
Emrah Sarı
Kediler
MÜZİKLER:
Bob Dylan
Malcolm Mclaren
KONU:
Bir insanın içinde dolaşmak bazen huzurlu bazen de acı verici olabilir...

SÜRE:
03. 54 Dakika

DENEYSEL Yarışma Filmleri-2: Dokuz Eylül Üniversitesi


Dokuz Eylül Üniversitesi
Sİ MİNÖR ÖYKÜ

YAPIMCI:
Onur Sönmez
YÖNETMEN:
Onur Sönmez
SENARYO:
Onur Sönmez
OYUNCULAR:
Fotoğraflarım
MÜZİK:
Portishead-Undenied
KONU:
Eski fotoğraflarım aracılığıyla dile getirdiğim, "insan" ve "zorluklar" la ilgili "minör" bir tespit..
SÜRE:
04. 31

DENEYSEL Yarışma Filmleri-3: İstanbul Bilgi Üniversitesi


İstanbul Bilgi Üniversitesi
ÇATI

YAPIMCI:
Koralp Gümüş
YÖNETMEN:
Koralp Gümüş
SENARYO:
Koralp Gümüş
OYUNCULAR:
Ozan Küçükbıçak
KONU:
Hayata çatıdan bakmak isteyenlerden biriydi sadece o...
SÜRE:
03. 32 Dakika

DENEYSEL Yarışma Filmleri-4: Yıldız Teknik Üniversitesi


Yıldız Teknik Üniversitesi
KOZANIN HAYAT BİLGİSİ

YAPIMCI:
Ufuk Ceylan
YÖNETMEN:
Ufuk Ceylan
SENARYO:
Ufuk Ceylan
OYUNCULAR:
Uğur Ceylan
Serkan Altın
Burak Yurgalar
Kubilay Arslan
Aydın Güllü
KONU:
Kelebekle insan hayatını eşzamanda ele alıp yapılan modernizm eleştirisi...(Ahlak Bilgisi'nin devamı
SÜRE:

KURMACA Yarışma Filmleri-1: Bahçeşehir Üniversitesi


Bahçeşehir Üniversitesi
24. 5

YAPIMCI:
M. Ogan Koçkan
YÖNETMEN:
M. Ogan Koçkan
SENARYO:
M. Ogan Koçkan
OYUNCULAR:
Burak Kolcu
Banu Özçelik
Hakan Turutoğlu
KAMERA:
M. Ogan Koçkan
KONU:
Saati bozulan bir adamın zamanda yolculuğu.
SÜRE:
11. 17 Dakika

KURMACA Yarışma Filmleri-2: Maltepe Üniversitesi


Maltepe Üniversitesi
AÇIK PENCERE

YAPIMCI:
Haktan Kaan İçel
YÖNETMEN:
Haktan Kaan İçel
SENARYO:
Haktan Kaan İçel
OYUNCULAR:
A. C. Banu Çağlar
Mustafa Payat
Damla Demirel
KAMERA:
Alper Şenlik
KONU:
Evli bir çift, mutlu bir şekilde kendi hallerinde yaşamaktadır. Ancak bir gün kadın eve geldiğinde ölümüne sevdiği kocasının ihanetiyle sarsılır.
SÜRE:
04. 44 Dakika

KURMACA Yarışma Filmleri-3: Karadeniz Teknik Üniversitesi


Karadeniz Teknik Üniversitesi
İBRET-ÜL VERSİTE

YAPIMCI:
y_y_film
YÖNETMEN:
Yalçın Yıldırım
SENARYO:
Yalçın Yıldırım
OYUNCULAR:
Yalçın Yıldırım
Okan Taşkın
Onuralp Evirgen
Mehmet Aytar
Nebi Ünal
Şuayip Öztekin
KONU:
O, üç yıl önce, üniversite derdine ,başka bir şehre geldi ve geldiği günden beri, bir fıkranın içinde , yan karakterlerden biri. Eskiden fıkralara gülerdi , ama şimdi biliyor ki, gerçekler, onun güldüklerinden daha fıkra...
SÜRE:
05. 13

KURMACA Yarışma Filmleri-4: Yeditepe Üniversitesi


Yeditepe Üniversitesi
ARALIK

YAPIMCI:
Serhan Karaduman
Okan Güllü
YÖNETMEN:
Serhan Karaduman
Okan Güllü
SENARYO:
Serhan Karaduman
Okan Güllü
OYUNCULAR:
Okan Güllü
Gevher Mutaf
Serhan Karaduman
KONU:
Hayalinin peşinden koşan bir gencin, 1 gün içinde başından geçenleri konu alır.
SÜRE:
20. 31 Dakika
Kerem Gürer
Turgut Sancaktaroğlu
Ayhan Özfırat

Onur Sanatçısı / Ahmet Sönmez


Bir Kentin Durumu:

YAPIMCI:
Semra Ugandor
YÖNETMEN:
Ahmet Sönmez
SENARYO:
Ahmet Sönmez
OYUNCULAR:
Mediha Öğütken
Durmuş Toy
Murat Erman
Gözde Toy
Ahmet Sönmez
Serkan Kızıldağ


Bir Kent Durumu, 1996 tarihinde Ahmet Sönmez'in ilk okul dışında gerçekleştirdiği çalışmasıdır. Film bir Arri 2c ile 35mm. olarak çekilmiştir.

Film, kent yaşamının anlamsızlıkları, zorlukları ve gariplikleri üzerine kuruludur. 9 dakikalık bu film, artık parça negatiflerle, Filma-Cass'ın kamera konusundaki yardımları ve İFR'nin montaja yaptığı parasal katkılar ile yapılmıştır.

Bir Kent Durumu, Beyoğlu sinemasında 1 hafta boyunca bir uzun metraj filmin önünde gösterim şansı bulmuş bir kısa filmdir.

Sıradan Bir Evliliğin 5 Gününün Sıradan Anları

YAPIMCI:
Ahmet Sönmez
YÖNETMEN:
Ahmet Sönmez
SENARYO:
Ahmet Sönmez
OYUNCULAR:
Kudret Artan
Mehmet Fahri Doğu
Berfu Artan
Hilal Lüleci


Sıradan Bir Evliliğin Beş Gününün Sıradan Anları, Ahmet Sönmez'in Lisans tezi olarak gerçekleştirdiği kısa filmidir. 1994 tarihli video filmin konusu bir evliliğin sadece 5 gününde geçen absürd olaylardır.

Film, yürüyen çorap ve uçan tabak gibi bazı mekanik efektlerin gerçekleştirilmesi açısından ilginçtir. Ayrıca Sönmez'in kendi ürettiği bir kamera sabitleyicisi de bu filmde başarıyla kullanılmıştır.

Ahmet Sönmez

Ahmet Sönmez, 1971 yilında Ankara'da doğdu. Lise öğrenimi esnasında 'Blues Brothers' filmi nedeniyle müziğe merak sardı; 'Çatı' ismi altında kurdukları müzik grubunda 3 yıl boyunca davul çaldı. Bu dönemde Altınyurt Spor Kulübü'nde başladığı voleybola Fenerbahçe Yıldız Takımı'nda lisanslı olarak devam etti. Lisenin ardından Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Endüstri Tasarımı Bölümü'nü ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Sinema TV Bölümü'nü özel yetenek sınavı ile kazandı. Anadolu Üniversitesi'nde Sinema TV okumayı tercih etti. Hazırlık sınıfıyla başladığı ilk yılında ilk ve en kötü kısa filmi 'Ne Berbat Bir Kahve Bu?'yu çekti. Ve ilerleyen yıllarda kısa film çalışmalarına devam etti.

Üniversitenin İlk yıllarında üye olarak katıldığı Fotoğraf Kulübünde daha sonraları kurs öğretmeni olarak çalıştı. Anadolu Üniversitesi'nin kapalı devre radyo ve TVyayını yapan ve 200'den fazla aktif katılımcısı olan 'Anadolu Radyo ve Televizyonu'nun da iki öğretim yılı kameramanlıktan yönetmenliğe kadar çeşitli görevlerde çalıştıktan sonra seçimle başına geçerek 2 yıl boyunca başkanlığını yaptı. Bu organizasyon içerisinde başkan olduğu süreçte katılımcı öğrencilere bölüm hocalarının gözetiminde pratik ek dersler verilmesini sağladı, kendisi de kamera ve montaj dersleri verdi.

Üniversite yıllarının başlamasıyla 'Çatı' grubunun dağıması müzik çalışmalarını sona erdirmedi; Eskişehir Devlet konservatuarı'nda özel dersler alarak klarnet çalmaya başladı.

Kendi tasarladığı bir 'steadicam' i üniversitenin desteği ile imal etti ve öğrencilerin proje çalışmaları için kullanımına açtı. Cihaz, bilinen steadicam mantığında çalışan ama esnek kol yerine insanın kendi kolunu kullanmasına imkan tanıyan bir düzenekten oluşuyordu.

Kısa film çalışmalarına devam ederken STV bölümünde bir bilgi bankası kurdu. Yurdışındaki teknoloji üreticileri ile bağlantı kurarak düzenli bilgi akışı sağladı. Böylece sinema ve tv alanındaki gelişmeler takip edilebildi.

Lisans eğitimi esnasında yaz ve sömestr aylarını Filma-cass'ta 35 mm. kamera üzerine asistanlık yaparak geçirdikten sonra üçüncülükle girdiği Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Sinema TV bölümünden yine üçüncülükle mezun oldu.

Mezuniyetin ardından ATV'de kısa bir süre tanıtım yönetmeni olarak çalıştı. Zamanın Anadolu Üniversitesi Rektörü Yılmaz Büyükerşen'in Kanal D'nin başına geçmesiyle magazin yönetmeni olarak Kanal D'ye geçti. Hiç aralıksız aylarca süren yoğun iş temposunun sonucunda yine reklam sektörüne, önce İFR'den Ezel Akay'ın ardından da Ali Tara'nın asistalığını yapmak üzere geri döndü. Epey uzun süren bir asistanlık döneminden sonra yeni başlayan 'Tatemi' isimli TV programını yapmak üzere ATV'ye program yönetmeni olarak geçti. ATV'de Tatemi programının yanısıra 'İner Misin Çıkar Mısın ?' ve 'Elifnağme' programlarını aralıksız 2 yıla yakın bir süre boyunca yaptı. Bu arada Sabah Grubu reklam filmlerini üretmek üzere ATV bünyesinde kurulan
reklam prodüksiyonu bölümünün kuruluşunda bulundu ve organizasyonun ilk filmlerini çekti. Ardından bu oluşumda baş yapımcı ve yönetmen olarak çalışmaya devam etti.

Lisansın ardından Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Sinema TV bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Bu esnada bedelli askerlikten yararlanarak Burdur Topçu Tugayı'nda askerliğini yaptı.

ATV'den bir grup arkadaşıyla Anons Reklam Ajansını kurdu. 3 yıllık bir çabanın ardından Sanyo, Itochu Corp., İnterspor gibi müşterilere rağmen şirket krizlere yenik düştü ve kapandı. Ahmet Sönmez, Anons Reklam Ajansı'nda hem yaratıcı yönetmenlik görevini, hem müşteri ilişkilerini yürüttü. Aynı zamanda ajans bünyesinde gerçekleştirilen reklam ve tanıtım filmlerini de çekti.

Tamamladığı yüksek lisansın ardından aynı fakültede doktora yapmaya başladı.

Ahmet Sönmez, Anons'un ardından CNN TÜRK'te Executive Producer olarak program bölümünde çalışmakta ve aynı zamanda Bilgi Üniversitesi'nde 'programming for TV - TV Programcılığı- dersleri vermektedir. Bunun yanýsýra Bilgi-Eðitim kapsamýnda TV programcýlýðý, kýsa film ve sinemada özel efektler ile ilgili atölyeler düzenlemektedir.

Ölümünün 10.Yılı' n da Hakan Sepetçi (1999-2009)


4 Mevsim İstanbul (İstanbul Bir Şarkıdır)

YÖNETMEN:
Lütfi Ömer Akad
SENARYO:
Lütfi Ömer Akad
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ:
Gani Turanlı
Çetin İmir
MÜZİK:
Serdar Kalafatoğlu
OYUNCULAR
Hakan Sepetçi
Nalan Usta
Orhan Çağman


DOĞUMUNUN 40. YILI' N DA
HAKAN SEPETÇİ
(1966-99)

1966 yılında Karacabey'de doğdu.Bankacı aynı zamanda sendikacı bir babanın oğlu olan SEPETÇİ, babasının da etkisiyle hukuk öğrenimi için İstanbul'a gitti.Tiyatroya 1986 yılında Ortaoyuncuların amatör kolu olan "Nöbetçi Tiyatro"da başlayan SEPETÇİ, aynı yıl "İstanbul'u Satıyorum" adlı oyunla profesyonel oldu.
Ne var ki tiyatroya tutkun olan Hakan SEPETÇİ, okulunu ihmal etmeye başlayınca çok geçmeden okuldan atıldı. Ancak inatla sınava girdi ve yine İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi oldu.Sanat kariyerini Ferhan Şensoy'un yanında öğrencilere ders vererek geçiren SEPETÇİ yine İstanbul' da Münir Özkul, Erol Günaydın ve Belkıs Dilligil gibi deneyimli oyuncularla aynı sahneyi paylaştı.

Ayrıca Hakan SEPETÇİ usta yönetmen Ömer Lütfi Akad'ın yönetmenliğini üstlendiği "4 Mevsim İstanbul" filminin başrol oyuncusu oldu. Ardından çeşitli televizyon programlarını üstlenen SEPETÇİ' nin önemli programlarından bazıları; "Bence" , "Gençlik Meclisi" , "Rokoka" ve uzun yıllar akıllardan silinmeyecek "Fazla Mesai" oldu.


Televizyon dünyasına sadece yaptığı programlarla değil, bir çok projeyle de katılan SEPETÇİ, klip dünyasına da adım atmasını bilmiş; Şair-Yazar “Ataol Behramoğlu”nun seslendirdiği ve Haluk Çetin'in ezgilendirdiği klip, SEPETÇİ'nin objektifinden Türkiye'nin bir çok kanalına konuk olmuştur.

Hakan Sepetçi yakalandığı amansız hastalığa karşın programlarını sürdürmeye devam etti.
Onun yaşam mücadelesine katkıda bulunmak için bir çok etkinlik düzenlendi.
İstanbul Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda gerçekleştirilen “Yaşasın Sanatçı” adlı geceye pek çok sanatçı katıldı. Ancak Hakan SEPETÇİ'nin sağlığına kavuşması için yapılan tüm çalışmalar amansız hastalığı yenmesi için yetersiz kaldı. Ve 30 Temmuz 1999 tarihinde yaşamını yitirdi.Ve memleketi Karacabey de toprağa verildi.Hakan Sepetçi Bursa'nın yetiştirdiği sıra dışı ve gerçek bir sanatçıydı.Ekmeğini medyadan kazanmasına rağmen eleştirel tutumunu her zaman korudu.İnsancıldı,dosttu,arkadaştı...

Anlatan:Kardeşi / VOLKAN SEPETÇİ

Yönetmen / LÜTFİ ÖMER AKAD

USTASIZ BİR USTA: LÜTFİ AKAD

Türk sinema tarihi, keşfedilmeyi bekleyen onlarca film ve bir o kadar da sanatçılarla dolu. 13. Ankara Film Festivali, usta yönetmen Lütfi Ö. Akad'ın filmlerinin toplu gösterimini yaparak sinemaseverlere üzerine birçok yazı okudukları bu filmleri kendi gözleriyle izleme olanağı sağladı. Bu filmleri 'izlemek' çok önemliydi çünkü ne yazık ki Lütfi Ö. Akad'ın filmleri, birçok yazıda yanlış sıfatlarla anılmış, önceden belirlenmiş kalıplar dışına çıkılmadan değerlendirilmişlerdir.

Kahramanlar/ustalar mı olay/olguları yaratır, yoksa olay/olgular mı kahraman ya da ustaların ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Çift taraflı yorumlamaya açık bir sorudur bu. Önemli olan bizim hangi pencereden baktığımızdır. Söz konusu Türk sinemasının ustaları olunca, Türk sinemasının tarihine, gelişim evresine ve bu evreleri etkileyen olay/olgulara bakmamız da kaçınılmaz olur.

Bugüne dek yazılan Türk sinema tarihleri bir bakıma benzer bir sistamatiğin ya da önceden hazırlanmış bir kalıbı içine oturtulmuştur. Kim yazarsa yazsın bu kalıplar değişmez, ancak içine konulan malzemeler ve bu malzemelere ilişkin yorumlama farklılıklarını içerir. Mevcut olan sinema tarihimiz ne yazık ki betimleyici, tanımlayıcı, tasvir bir sınıflandırmayı ortaya koymaktadır. Hepsinin ortak özelliği bilimsel bir çalışmanın kolaylığına sığınan evreler bölünmüşlüğüdür. örneğin; Muhsin Ertuğrul ya da Tiyatrocular Dönemi, ardından gelen Geçiş Çağı, Sinemacılar Dönemi vs. gibi. Tüm bu evreler olguların/olayların görünürdeki tanımlarına koşut olarak ilk akla gelen, ama kendi içinde tutarlıktan yoksun olan evrelerdir. Oysaki bilmsel olan filmlerin iç yapıları ve ifade biçimleri üzerine yapılmış çözümlemelere dayandırılan sınıflandırmadır. Sonuçta sinema tarihi filmlerden oluşur ve filmlerin gerçekçi bir açıdan çözülmelerini de şart koşar.

Böylesine bir görüşü ilke yaparsak, sinema tarihimize bakış açımızı, daha önceden bilgilendirmeleri de bir bakıma dışlamamız gerekir. Ve belki de doğrusu budur. Muhsin Ertuğrul'un uzun bir süre tek yönetmen olarak sinema tarihimize adını yazdırması belki o dönemi kendi adıyla isimlendirmeyi şart koşmuştur ama, ardından bu adla özdeşleşen Tiyatrocular Dönemi yakıştırmasını pek hak etmemiştir. Ertuğrul'un filmleri bir kez daha gözden geçirildiğinde bu sinemacının tüm yaptıklarını (ki oyuncularının büyük bir çoğunluğu tiyatrocu ya da tiyatro kökenli olmasına karşılık) sinemadan soyutlayıp, biraz küçümseyici bir tavırla tiyatro kulvarına itmek yanlışlık, daha da ötesi büyük bir yanılgı olur.

Aynı şekilde Sinemacılar Çağı ya da evresini de Lütfi Akad'ın Vurun Kahpe filmiyle başlatmak bir başka yanlışlığa zemin hazırlar. Muhsin Ertuğrul'un bir çok filmiyle Lütfi Akad'ın bu filmi karşılaştırıldığında bir evrenin farklılıkları değil, aksine bir bütün oluşturacak benzerliklerini görmekte gecikmeyiz. Yalnız kişiler ve belki de biraz oyuncuların kökenleri değişmiştir. Dil ve sinemasal anlatım hiç bir farklılık göstermez. Bu farklılık, yenilik değil, aksine bir öncekini yinelemekten başka bir şey değildir. Ayrıca bir çok sinema yazarı sinemacılar evresinin en tipik özelliklerinden biri olarak kameranın yapay dekorlardan, plato/stüdyolardan kurtularak sokağa çıkarak doğal dekorlara kente yöneldiğini gösterir. Böylesine bir yakıştırma da Akad'an önceki filmlerin izlenmemesi gibi basit bir yanılgıyı yansıtır. Çünkü kamera Akad döneminde değil, ondan çok önceleri bırakın kenti, sokak aralarında gezinmeye başlamıştır bile...

Böylesine bir girişi yapmamın kaçınılmazlığı yazılmış ve yazılacak olan sinema tarihlerimize eleştirisel bir bakış getirmek değil, aksine film çözümlemelerinden yola çıkarak farklı bir sistematiği düşünmemiz gerekliliğindendir.

Sinemamız ustalarla doludur. Bizim sinemamızda ve daha doğrusu tüm sanat dallarımızda ustalık; onların ortaya koyduğu yapıtların nitelikleriyle değil de, yalnızca o sanat alanındaki yıllara dayalı dayanma süreçlerinin uzunluğu ile ilgilidir. Üstelik bizim sinemamızın ustaları, ustasız ustalar olma gibi kendilerine özgü bir özelliğe de sahiptirler. Tabii böylesine bir bakış açısı, her ustanın bir önceki evresini ve kişilerini yadsımak anlamını da taşımaktadır.

Amacımız Lütfi Akad sinemasını irdeleyen bu çalışmamızda sanatçının ustalığını zedelemek değil, aksine gerçek ustaları yapaylarından ayırmak ve aynı zamanda ustalığa giden yolda kimi geri dönüşler yaparak olumlu/olumsuz görüşlerimizi sıralamaktır.

AKAD'IN İDEOLOJİSİ

Akad'ın çeşitli dönemlerde yaptığı filmlerle yine zamana yayılmış konuşmalarına baktığımız zaman, onun sinemaya belirli bir ideolojiyle yaklaşmadığını -daha doğrusu sabit bir ideolojisi olmadığını- görürüz. Filmlerinin zaman zaman çeşitli çevreler tarafından farklı yorumlanıp bir yerlere çekilmek istenmesi de dünya görüşününün net olmamasından kaynaklanır. Örneğin TV için Ömer Seyfettin'den uyarladığı öykülerin daha çok muhafazakar çevreler tarafından tutulması, karşıt çevreler tarafından da faşistliğe varacak denli eleştirilmesi, buna karşılık Gelin, Düğün, Diyet üçlemesinde de bunun tam tersi olması, farklı düşünce birimlerine sahip çevrelerin tutarsızlığından daha çok, Akad'ın tarasızlığından ya da amiyane bir tabirle suya sabuna dokunmama eğilminden gelmektedir. Bu çelişkili bakış açıları/değerlendirmeleri Akad'ın filmografisinde yer alan tüm filmler için yapmak olasıdır. Hudutların Kanunu ne kadar ilerici/devrimci nitelikleri içeren bir film ise, Gökçe Çiçek de o denli geri bir filmdir gibi basit ama temelinde kimi doğruluklar içeren değerlendirmeler yapmak olasıdır.

Yılmaz Güney sinemasının Yeni Gerçekçilik akımı içinde Marksist Sinemayı vurgulaması bakımından ayrı çizgide olduğu kendisine anımsatılınca, Akad'ın verdiği yanıt şöyle olmuştur: "İşte esef edilecek bir şey var ki; Yılmaz aslında çok yanlış olarak o yola itilmiştir ve bunu Yılmaz sınıf bilincinde yapmıştır, bilinçsiz yapmamıştır. Ama Yılmaz, çok daha başka ve güçlü, gerçek bir halk sineması da yapabilirdi. Yani bir sinemanın halk sineması olması için ille de Marksist tez getirmesi şart değildir ama, Yılmaz belli bir çevrenin etkisi altında kalmıştır diyebilirim yani... Bilmiyorum...Tabii bu tartışılabilir ama yaptığı filmler...yaptığı filmler bence önemli filmlerdir ve Yılmaz büyük bir sinemacıdır..."

Akad'ın bu yanıtı ideolojik değerlendirme ile sanatsal değerlendirme arasındaki çelişkisini tüm açıklığı ile ortaya koyar. Bu çelişki yanlızca sözlerinde değil, çeşitli dönemlerde ortaya koyduğu filmlerde de kendini belli eder. Bir birlikte çalışma sonucu Atilla İlhan'ın Akad hakkındaki görüşleri ise şu yolda somutlanmıştır: " Lütfi Bey, biçimcidir. Toplumculukla ilgili düşünceleri geçerli değildir. Onun için köylü gerçekleri vardır. Popülizm (Narodovoltsky) söz konusudur bu durumda... Oysaki hakiki gerçekçilik (toplumcu gerçekçilik) işçi davasına ele alır, Marksizm'dir bu da... Gerek Atıf Yılmaz'ın, gerek Lütfi Akad'ın fikri yönden fazla ağırlığı yoktur. Ancak yapıtlarını estetik bakımından sıkı dokurlar..."

Tüm bu eleştiriler ışığında Akad'ın filmografisinde ilerici nitelikler kulvarına giren filmler bir kez daha izlendiğinde ortaya çıkan tablo daha önce yazılanlardaki gibi olmadığı ortaya çıkar. Hudutların Kanunu'nda devlet/birey ilişkileri, yöresel bir geçim kaynağı olan kaçakçılığın neden/sonuçları, Gelin, Düğün, Diyet'teki klasik aile çatışması ve emekten yana konan göstermelik tavır sanıldığı gibi ideolojik nedenler üzerinde değil de tümüyle Akad'ın sorunları yumuşatıp idealize etmesinden kaynaklanmaktadır.

Akad'ın ilerciliği filmlerin özünden değil de, konularının belirli kalıplara referans verip, farklı okunmalarından kaynaklanır. Köy kökenli filmlerinde çatışmanın konusu mülkiyet paylaşımından değil de, bireylerin kişisel çatışmalarında odaklanır. Hemen hemen her dönemde köy filmlerinin baş yapıtı olarak gösterilen Beyaz Mendil bunun en tipik örneklerinden biridir.

Akad'ın sineması kesin yargılara varmaz, sloganımsı tavrı ise tümüyle yadsır. Sorunları ortaya koyar, çözümü izleyene bırakır. Bunun içindir ki kimi filmleri çok farklı okumalara açıktır. Dilediğiniz şekilde yorumlar, kararınızı verirsiniz. Hudutların Kanunu böylesine farklı okumalara açık tipik bir filmdir. Kaçakçı, öğretmen, çocuk arasındaki ilişkileri farklı şekillerde yorumlayarak filmi ilerici ya da gerici olarak yorumlamak olasıdır. Filmin asıl gerçeği ise diyologlarda gizlidir. ipuçlarını onlar verir.

AKAD'IN DİLİ

Akad'ın sinema dili hiç kimse tarafından yadsınmayacak denli duru/saf, gösterişten ve yapaylıktan tümüyle soyutlanmış bir dildir. Düz bir anlatım tüm filmlerine egemendir. Tüm filmografisinde alegorik anlatım, geri dönüşler, teması ortak olan koşut kurgular, ya da buna benzer ortalama seyircinin algılamakta güçlük çekeceği hiç bir anlatım uslubu gözükmez. Onun kamerası tıpkı fotoğraf makinesi gibi gerçeği olabildiğince tesbite yöneliktir. Çerçevelemeleri kusursuz, çekim açıları, çekilecek sahnenin içerğini yansıtacak denli gösterişsiz ama işlevseldir. "Olaylar kadar durumları da belirli bir yalınlık içinde verebilmek, üstelik (bu) sade anlatım özelliğinin yarattığı genel etkiyle, duygunun, öfkenin ya da başkaldırmanın en katıksızını elde edebilmek Akad'ın işidir. Ona doğalın sinemacısı da denilebilir. Ne tümüyle epik, ne tümüyle naturalist ya da realist. Bütün bu anlatım özellikleri Akad'da, kendi ulusal niteliklerine uygun, tekdüze olmayan, ama özgür ve tutarlı bir birleşime kavuşuyor. Akad, örneğin, sokaklarda hatıra fotoğrafı ya da vesikalık çeken gezici fotoğrafçıların o ne çok ışıklı, ne de çerçevelenme tekniğinin klasik biçimlerine uymayan yapmacıksız ve sıcak espirisiyle, çağdaş anlatım araçlarının en etkilisi sinemanın tanıdığı bütün anlatım olanaklarını aynı anda değerlendiriyor".

Kahramanlarının başkaldırışını bile, başka olgularla desteklemeden, bilinçli bir direnişe yöneltmeden verir. Gerilimi, kişiler arasındaki dramatik ilişkilerle yansıtmayı yeğler. Tüm filmlerinde coşku ve dinamizm yoktur. Sıradan, olağan bir yaşamı, kendi içindeki sessiz, izleyeni edilgin olmaktan çıkarıp etkin bir konuma sokan doğal görünümüyle yansıtmayı amaçlar. Hangi konuyu ve durumu anlatırsa anlatsın grafiği hafif bir eğim çizer, aşırı iniş ve çıkışlara ödün vermez, seyircinin anlık tepkisinden çok, filminin tümünü özümleyen bir konuma sokar. Akad izleyenin mekanik bir gerilim içinde tedirgin olmasını ve dikkatini dağıtmasını istemez, onun ilgisini filmin tümüne eşit ağırlıkta yayar. İzleyen ne olacağını değil de olmuş olanın, ya da olmuş olanla karşı karşıya kalmanın getirdiği sorunların çözümüne ya da çözümsüzlüğüne ortak olur. Akad'ın sinemasında şiddet bile kontrol altına alınmıştır. İrkitmeyen, hemencecik patlayan ve ardından yerini durgunluğa bırakan bir çizgide gösterilir. Sanırım Akad'ın ustalığı da buradan kaynaklanmaktadır. Çünkü sinemamızda hiç bir usta böylesine kendine özgü bir uslup oluşturmamıştır. Bu uslubu başyapıtlarından, iş olsun diye, tecimsel kaygılara ödün verdiği sıradan filmlerinde bile aynı düzeyde ve çizgide sürdürmüştür.

AKAD'IN BİÇİMCİLİĞİ

Akad, belki de hiç hak etmediği halde bir çok sinema adamı tarafından (yazar/yönetmen vd.) biçimci bir yönetmen olarak değerlendirilmiştir. Bu tanımlama/yakıştırma belki de Akad sinemasına yapılan en büyük ihanettir. Çünkü Akad'ın sinemadaki kendine özgü tek konumu biçimci bir yönetmen olmayı dışlamasından kaynaklanmaktadır. Eğer sinemada biçimcilik; sadelik/duruluk sinemanın dilini geliştirecek ve zenginleştirecek atraksiyon ve optik oyunlardan arınmışlık olarak algılanıyorsa, bu yakıştırma doğru olabilir. Ama Akad'a yakıştırılan biçimcilik bunların ötesinde, kimi görsellik ve atraksiyon içeren bir biçimciliktir.

Akad tüm filmlerindeki estetiği, optik oyunlara, zoom'lara, gerekli gereksiz kaydırmalara ya da buna benzer yapay ve zorlama ögelere yer vermeyen sadeliği ve gerçekçiliğinde yatar. Ali Gevgili "görkemli bir sadelik" der buna. Biraz değil çok abartılmış bir sözcüktür bu. Görkemi, sadelik ile aynı kefeye koymak sanırım, Akad'ın gösterişsiz, ama etkileyici biçimciliğinin altını çizmek içindir.

Akad'ın sinemasında Türk sinemasının bir bakıma salgın hastalığı haline dönüşen baş çekimler de çok tasarruflu bir şekilde kullanılmaktadır. Gerekli olmadıkça bu tür çekimlere hiç yer vermez. Ayrıntılar ise yok denecek denli azdır. Ayrıntılardan bir bütüne değil de, derinlemesine sahnelerle bir bütünden ayrıntıları yakalamaya uğraşır. Bu tavrını hem çekim, hem de kurgu aşamasında titiz bir biçimde ortaya koyar.

AKAD'IN KARAKTERLERİ

Sinemamızın belki de en büyük handikaplarından biri kişilerin hangi düzeyde işlendiğinde yatmaktadır. İyilerle kötülerin keskin bir sınırla ayrıldığı, iyilerin hiç kötülük, kötülerin ise hiç iyilik yapmadığı yapay ayrım sinemamızda şablonsu tiplerin yerini çok boyutlu karakterlerin almasını zorlaştırmıştır. Hemen hemen tüm kahramanlar tek boyutludur. Boyutlar arasındaki geçişler ise hemen hemen hiç yoktur. Geleneksel anlatı türünün sinemaya yansıyan bir geleneği olan bu tek boyutluluk aynı zamanda feodal kültürün insan tanımlanmasına da denk düşer. Kişilerin, kahramanların böylesine dar bir ikonografinin içine sıkıştırılması Türk sinemasının halk için sinema yapıyoruz mantığına da çok uygundur. Üç kuşağın birden aynı salonda buluştuğu dönemlerde, kişilik varyantlarıyla oynamak filmin algılanmasını zorlaştırdığı gibi tecimsel açıdan zaafa uğramasına da zemin hazırlayacağından, her zaman tipler karakterlere tercih edilmiştir.

Akad da ilk dönem filmlerinde bu kalıpları yaramamıştır. Ama sonraları tipten karaktere geçiş Akad'la başlamamamış olsa bile onun yapıtlarında belirginlik kazanmıştır. Onun kahramanları sıradanlık üzerinde gezinmezler. Yaşadıkları çevreden soyutlanabilecek ayrıcalıkları yoktur. Çeşitli yaşamsal gelgitler karşısında olağanüstü tavırlar da takınmazlar. Her oyuncunun göstermelik ya da sembolik değil de gerçekten, konunun gerektirdiği denli bir işlevi vardır. Ya da bu işlev ona yüklenmiştir. En küçük yan tipleri bile belirli bir titizlikle çizer. Özellikle Gelin, Diyet, Düğün üçlemesinde tek değil, çok kahramanlı, çok karakterli bir zenginlik sunar. Yaşamdaki gerçekçiliği, kişilerin yarattığı olaylarla değil de, olayların gerektirdiği kişilerin seçimi ve dağılımı ile yakalar. Kötüler de iyiler de farklı kutuplarda, ödün vermez katılıkta değildir. Filmlerindeki kötü karakterlerin kaynağı çoğunlukla feodal anlayıştan, törelerden, aile yapısının sert disiplinin uygulanmasında taraf oluşlarından gelir. İyi'leri de tek boyutlu değil, daha doğrusu bireysel özelliklerinden soyutlanıp kişiliksizleştirilmemiştir. Kısacası Akad'ın filmlerinde tipler değil karakterler egemendir.

SONUÇ

Bilimsel çalışmanın olmazsa olmaz kurallarından biri de nesnelliktir. Kişisel yorumlar bilinen olgu ve durumlara yaslandığı ölçüde geçerlilik ve doğruluk kazanır. Sinema izlenmeye açık bir sanattır. Ama ne var ki ülkemizdeki sanat yapıtlarının korunmasına ve saklanılmasına gösterilen titizlik düşünüldüğünde arşivciliğin ve doğal olarak korunmanın ne denli zaafa uğradığını görmek şaşırtıcı değildir. Sinema, geçmişte filmler üzerine yazılanların ışığında değerlendirilemez. Çözümleyici eleştirinin 60'ların ortasında başladığını düşünülürse, bu tarihten önceki yazılanların doğruluğu da kuşku götürür. Ama yalnızca kuşku mu götürür. Onun ötesinde izlenmeyenin yerini alarak bir yanlışlığın, farklı ya da yanlış bir değerlendirmenin yinelenmesine de zemin hazırlar. Yanan, kaybolan ya da buna benzer sevimsiz felaketlere uğrayan filmlerin yerini alan bu kısır, tanıtıcı özelliklerini bile içermeyen bol yargılı yazı/eleştirilerden hareket ederek kesin yargılara varmak olası değildir. Bugünün sinema tarihi ne yazık ki izlenmekten çok yinelenen yanlış bilgi zincirinin ezberlenmesinden oluşmaktadır. Bu sağlıksız değerlendirmeler kimi sinemacıları usta payesine eriştirirken, kimilerini de yok saymaktadır. Oysaki sinema tarihimiz keşfedilmeyi bekleyen onlarca film ve bir o kadar da sanatçılarla doludur.

Sinema öğretisinin en vazgeçilmez ögesi izlemektir demiştik. Doğrudur. Kimi filmleri bir kez daha izlersek kimilerin kasaba güldürüsünün ustası olup olmadığını, kimilerin sinemacılar kuşağını başlatıp başlatmadığını, kimilerin yenilikçi sinema adına geleneksel sinemayı, kimilerin ise geleneksel sinema altında yenilikçi sinema yaptığını görmekte gecikmeyiz.

Bu söylenenlerin tek talihsizliği Lütfi Akad'ın konusu olduğu bir yazıda gündeme getirilmesidir. Oysaki bir kaç değinmenin dışında sinema tarihimize ilişkin olumlu/olumsuz görüşlerin Lütfi Akad ustayla ilişkisi yoktur. O belki de sinemamızın kendine özgü dilini oluşturmuş, örnek olmuş, ve bundan sonra da olacak tek ustasıdır. Ama usta olmak ömür boyu aynı düzeyde filmler çevirmeyi gerektirmez. Ustalar da ara sıra istemediği, arzulamadığı filmlere, yaşam kaygısından, piyasa koşullarına değin değişik nedenlerle imza atarlar. Onların da yanlış yapmaya hakları, lüksleri vardır. Lütfi Akad bir ustaya yakışır tevazuyla bakın kimi filmlerini nasıl değerlendirmiş: "Çalsın Sazlar Oynasın Kızlar: Sırf para kazanmak kaygısıyla çevrilmiştir. Çok parasızdım o yıllar. Hayır, film değil, hiçbirşey değil. Kanun Namına: Şairane gerçekçilik ne kadar uzaktı benden o sıralar. Başka dertlerim vardı. Cilalı İbo'nun Çilesi: Beni çağırıp yüksek ücretle angaje ettiler. Sonra da Cilalı İbo'nun Çilesi gibi saçma sapan bir film çevirmeye kalktılar. Paranızı sokağa atarsınız, bu filmi sıradan bir yönetmen de çevirir dedim. Sırat Köprüsü: Başarılı bir olmadı maalesef. Kurbanlık Katil: Senaryosu benimdir. Önemli bir film değil. Bir Teselli Ver: Zeki Müren ve Orhan Gencebay ile yaptığım çalışmalar alel acele çırpıştırılmış iki film oldu. Onlar için söylenecek bir şey yok. Unutmak daha iyidir. Yaralı Kurt: Yani ben, genellikle bu filmleren kaçınmışımdır. Meçhul Kadın: Ciddiye almadan gülerek, rol kesenlerle alay ederek yaptığımız bir filmdir bu. Film bitip ışıklar yanınca herkesin ağladığını gördük..."

Bu örnekleri daha da uzatabiliriz. Ustaların kirli çamaşırlarını ortaya sermek için değil, ustalığa giden yolun içtenlikle döşenmiş itirafları olarak.

Belki de Lütfi Akad onun için sinemamızın tek ustasıdır: Adı ustaya çıkmış, ya da bir kaç filmden sonra usta payesini almaya soyunmuş yeni yetmeler gibi kendisiyle yüzleşmenin ve kendi kendini değerlendirmenin üstesinden gelmeye yanaşmadıkları ve eleştiriye tahammülleri olmayanlar gibi konuşmadığı, her filmini nesnel değerlendirme süzgecinden geçirme cesaretini taşıdığı için.


FİLMLERİ:

1949: Vurun Kahpeye.
1950: Lüks Hayat.
1951: Arzu İle Kamber, Tahir İle Zühre.
1952: Kanun Namına (1953'de 1. Türk Film Festivali'nde En İyi Film, En İyi Yönetmen, Yıldız Dergisinin Yarışması'nda En İyi Film, En İyi Yönetmen), İngiliz Kemal Lavrens'e Karşı.
1953: Altı Ölü Var (İpsala Cinayeti) Katil, Çalsın Sazlar Oynasın Kızlar (Oyna Kızım Oyna).
1954: Öldüren Şehir (1954'de Türk Film Dostları Derneği Yarışması'nda En İyi Yönetmen) , Bulgar Sadık (1955'de 3. Türk Film Festivali'nde En İyi Film, En İyi Yönetmen), Vahşi Bir Kız Sevdi.
1955: Kardeş Kurşunu, Görünmeyen Adam İstanbul'da, Beyaz Mendil, Meçhul Kadın, Kalbimin Şarkısı.
1957: Ak Altın, Kara Talih.
1958: Meyhanecinin Kızı.
1959: Zümrüt, Ana Kucağı, Yalnızlar Rıhtımı.
1960: Cilalı İbo'nun Çilesi, Yangın Var, Dişi Kurt.
1961: Sessiz Harp.
1962: Üç Tekerlekli Bisiklet (Memduh Ün Tamamladı, 1965'de İzmir Film Festivali'nde En İyi Film).
1966: Sırat Köprüsü.
1967: Hudutların Kanunu ( 1967'de 4. Antalya Film Festivali'nde En İyi İkinci Dram Filmi, 1969'da Sinema Yazarları Seçiminde En İyi Film), Ana, Kızılırmak Karakoyun, Kurbanlık Katil.
1968: Vesikalı Yarim (1968'de 5. Antalya Film Festivali'nde En İyi İkinci Film.), Kader Böyle İstedi.
1969: Seninle Ölmek İstiyorum.
1971: Anneler Ve Kızlar, Rüya Gibi, Bir Teselli Ver, Mahşere Kadar, Vahşi Çiçek.
1972: Yaralı Kurt (1972'de 4. Adana Film Festivali'nde En İyi İkinci Film), Irmak (1972'de 4. Adana Film Festivali'nde En İyi Üçüncü Film).
1973: Gökçe Çiçek, Gelin (1973'de 5. Adana Film Festivali'nde En İyi Film. Sinema Yazarları Seçiminde En İyi Film), Düğün 1974'de 11. Antalya Film Festivali'nde En İyi Film, En İyi Yönetmen, Sinema Yazarları Seçiminde En İyi Film.)
1974: Esir Hayat, Diyet.

TV FİLMLERİ:

1975: Ömer Seyfettin Uyarlamaları (Ferman, Pembe İncili Kaftan, Diyet, Topuz). Bir Ceza Avukatının Anıları, Emekli Başkan, Çekiç Ve Titreşim, Kuma, Isı.

BELGESELLERİ:

Tanrının Bağışı Orman (1963), Bir Gazetenin Hikayesi, Ünilever, Ormancılığımızda Dün ve Bugün, Ormanları Koruma, Ormaların Ekonomik Değeri, Orman Yetiştirme Ağaçlandırma, Orman Köy İlişkileri, Orman Endüstrisi, Ormanın Ruhsal Sağlıkla İlgisi, İstanbul (1990).

KAYNAKÇA:

Engin Ayça- Atilla Dorsay- Nezih Coş, Lütfi Akad'la Konuşma, Yedinci Sanat, S:1,Mart 1973.
Nezih Coş, Üçleme Yapma Zorlaması- Düğün, Yedinci Sanat, S:12, Şubat, 1974.
Atilla Dorsay, Yüzyüze; Lütfi Ö. Akad Sinemasını Anlatıyor, Çağdaş Yayınlar, İstanbul, 1986.
Burçak Evren, Türkiye 1923-1973 Ansiklopedisi, C:1 (Akad Maddesi), İstanbul, 1973.
A. Muzaffer Esen, Akad'ın Tuttuğu Kuş, Pazar Postası, S:9, 1957.
Ali Gevgili, Kızılırmak-Karakoyun, Yeni Dergi, S:47, Ağustos, 1968.
Ali Gevgili, Akad'ın Catastrophe'u, Hududların Kanunu, Yeni Sinema, Aralık 1960.
Kurtuluş Kayalı, Şehirleşme Sorunlarını Çözümleme- Lütfi Akad Üzerine Bir Deneme, Yeni Ulus, Şubat 1975.
Alim Şerif Onaran, Lütfi Ömer Akad'ın Sineması, Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları, İzmir, 1977.
Nijad Özön, Beyazperdede Türk Yazını, Edebiyat Yıllığı, 1977, Nesin Vakfı Yayını, İstanbul, 1977.
Nijad Özön, Türk Sineması Tarihi (Dünden Bugüne) 1896-1960, Artist Yayınları,İstanbul, 1962.
Halit Refiğ, Türk Sinemasının Perde Arkasından Portreler: Biricik Üstadımız Lütfi Akad, Akşam, Şubat 1964
Aydın Sayman, Lütfi Akad'ın Son Filmleri, Yedinci Sanat, S:15, Mayıs 1974.
Giovanni Scognamillo, Türk Sinemasında Altı Yönetmen, Türk Film Arşivi Yayını, İstanbul, 1973.
Kayhan Taşkıran, Beyaz Mendil: Seyredilmeye Değdi, Son Saat, 28 Kasım 1955.
Turgut Yasalar, Ayın Konuğu Lütfi Akad, Antrakt, S:1, Ekim 1991.
Selami Münir Yurdatap, Irak Basını Ve Bağdat'taki Türk Sanatkârları, Yıldız, 1951.
Halit Refiğ, Ulusal Sinema Kavgası, Hareket Yayınları, İstanbul, 1971.
Milliyet Sanat Dergisi, Lütfi Ömer Akad İle Konuşma, S:7, 17 Kasım 1972.

Bir Kent Masalı / BURSA


Prag'a Ne Dersin ?

YÖNETMEN:
Tan Tolga Demirci
SENARYO:
Tan Tolga Demirci
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ:
Tan Tolga Demirci
OYUNCULAR:
Nilüfer Açıkalın
Kemal Okur
Gözde Gülensoy

KATILDIĞI FESTİVALLER
ALDIĞI ÖDÜLLER:
15. Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması En İyi Film
25. İFSAK Kısa Film Yarışması Selection
4.İzmir Kısa Film Festivali (retrospektif)
17.İstanbul Kısa Film Günleri (retrospektif)

NOT:
Filmin bir bölümü Bursa'da çekildiğinden BİR KENT MASALI / BURSA bölümüne konulmuştur


Yönetmen / TAN TOLGA DEMİRCİ

1975 İstanbul doğumlu. Yönetmen olmaya, 1987 yılında izlediği Evil Dead filmindeki ağaçların kadına tecavüz ettiği sahneden sonra karar verdi. İlk kez Lise 1 yılında sürrealizm ve dadaizmle tanıştı. O yıl, Joan Miro'dan kopyaladığı bir resimle ulusal resim yarışmasında birinci oldu ve Türkiye'de sürrealistlerin bilinmediğine kanaat getirdi. Sürrealizmle ilgili ilk aldığı kitap, Remzi'den çıkan Sürrealizm Resimli Ansiklopedisi, son aldığı kitap ise André Breton'un 'Arcanum 17' isimli kitabı oldu. O yıldan bu güne sürrealizme olan bağlılığını koruyan yönetmen, korku filmlerinde öldürülen kadınlara karşı duyduğu kıskançlığı çözmek amacıyla Lise 1 yılında S.Freud'u keşfetti ve onun Düşlerin Yorumu kuramından ve kitabından hiçbir şey anlamadı. 1992 yılında, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları, Sinema Televizyon Ana Danat Dalı, Görüntü Yönetmenliği Bölümü'ne girdi. 4 sene boyunca kimseye göstermemeye yemin ettiği ve sonra yeminini kızlar için bozduğu 416 ve 417 isimli iki kısa film çekti. 1992 yılından itibaren kendisini etkileyen yönetmenlerin başında, Luis Bunuel, Hans Richter, Leos Carax, Jean Luc Godard, François Truffaut, Alain Resnais ve Jean Cocteau gelir. Çekilen ilk sürrealist film olan 'Un Chien Andalou'yu İngiliz Kültür Merkezi'nde 1994 yılında izlediğinde şöyle düşündü: 'Çizgi roman olarak çekilseymiş daha renkli olabilirmiş'. Sonra, yine aynı yıl izlediği 'L'age D'or' filminden sonra bu iddiasını geri çekti. Freud'u kendi çizgisinde popülerleştirdiği 1993 yılı ortalarında tanıştığı Wilhelm Reich, C.G.Jung, Melanie Klein ve Jacques Lacan gibi isimler, onun kendisinden biraz daha uzaklaşmasını sağlayan düşünce adamları/okulları oldu. Aynı yıl keşfettiği Tom Waits'e ve onun müziğine olan bağlılığı hala süren yönetmen, Oğuz Adanır tarafından okutulan Baudrillard I ve Baudrillard II derslerindeki üstün başarısı ve her sınav sorusuna 'fallus, ayna, simgesel kastrasyon, coşkusal veba, usyarılımı, kendilik nesnesi, arketip' gibi sözcükleri katma yeteneği yüzünden madalyaya layık görüldü. İlk kez 1992 yılında, kısa bir öyküsü basılan yönetmen, o yıldan sonra Est A Non, Sinemasal ve Altyazı dergilerinde sinema yazılarını, Biçem, Yenibiçem, Sirius, Kavram Karmaşa, Kül, İzlek, Yom Sanat, Düşlem, Öteki/siz, Kül Öykü, Düzyazı Defteri ve Akatalpa dergilerinde ise öykülerini yayınlattı. 62 kadından oluşan ve henüz basılmamış dört öykü dosyası ile Ingrid Alvarez isimli kadına yazdığı 'Salt Lake' adını taşıyan, sonradan bir parçasını filme çektiği bir de romanı bulunan yönetmen, 1996 yılında, korku sinemasında öldürülen kadınlara karşı boyun borcunu ödemek için, 'Korku Sinemasının Psikanalizi' teziyle üniversiteden mezun oldu. Tezin Eylül ayında Es yayınları tarafından kitaplaştırılacağını ise henüz öğrendi. 1999 yılından itibaren kısa film çalışmaları içinde bulunan yönetmen, sırasıyla:

1999 - Anna (İspanya - De Gijon Kısa Film Yarışması Selection)
2000 - Trenler mi Terkedilmiştir Yoksa İstasyonlar mı ?
2001 - Salt Lake (14.Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması Selection)
2002 - Hayatımın Özeti (25. İFSAK Kısa Film Yarışması En İyi Deneysel Film -
Antalya Altın Portakal Kısa Film Yarışması Selection - 15. Ankara Ulusal
Kısa Film Yarışması Selection)
2002 - Prag’a Ne Dersin ? (25. İFSAK Kısa Film Yarışması Selection - 15. Ankara
Ulusal Kısa Film Yarışması En İyi Film)
2003 - Erses Apt. No: 8 (15.Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması Selection - 26.İFSAK
Kısa Film Yarışması Selection)
2003 - Kendiliğinden Öyküler (15.Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması Selection)
2003 - Alfabetik Düşler (3. IF Bağımsız Film Festivali Kısa Film Yarışması En İyi Film -
3.IF Bağımsız Film Festivali Kısa Film Yarışması İzleyici Ödülü - 2.Yıldız Kısa
Film Festivali En İyi Deneysel Film Ödülü - 41.Antalya Altın Portakal Kısa Film
Yarışması En İyi Deneysel Film Ödülü - 41.Antalya Altın Portakal Kısa Film
Yarışması Halk Jurisi Ödülü - 16.Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması Selection)
1.Amsterdam Kısa Film Festivali - Selection - Düseldorf Modern Sinema
Müzesi gösterim)
2004 - Klecks (16.Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması Selection - 3.Signes De Nuis
Kısa Film Festivali Selection - 1.Amsterdam Kısa Film Festivali Selection -
Resfest Dijital Kısa Film Yarışması Selection - Düseldorf Modern Sinema
Müzesi gösterim)

isimli filmleri çekti. 2000 yılında, Gezici Avrupa Filmleri Festivali'nde izlediği ve Jan Svankmajer'in yönetmenliğini üstlendiği 'Conspirators of Pleasure' filminden öylesine etkilendi ki, ertesi yıl Prag'a gidip filmin yönetmeniyle tanışma fırsatını buldu. Bu sayede, Avrupa'da başı çeken Prag sürrealist grubuna da katılan yönetmen, sürrealizmin evrenselliği platformunda, çekmeyi düşündüğü uzun metrajın politikası üzerinde düşünmeye başladı. 2002 yılında, bir video kurgu programının neler yapabileceğini denerken, yanlışlıkla çektiği bir filmin, 25. Ingmar Bergman, Yılmaz Güney, Robert Bresson, uzakdoğu sineması, Amerikan müzikalleri, İtalyan Yeni Gerçekçi Sineması ve postmodern 'üretim araçları'na hizmet eden (Oliver Stone, Quentin Tarantino vs..) sinema ekol ve adamlarıyla olan mesafesini her zaman koruyan yönetmenin, Avrupa'daki 5 sürrealist grup tarafından çekilmesi düşünülen ve kendi hazırladığı 'Uluslararası Sürrealist Film Projesi', Londra sürrealist grubu tarafından reddedildi. Şimdilerde, projeyi hayata geçirmek bağlamında diğer grupları ayartmaya çalışan Demirci, bunun dışında çekmeyi düşündüğü uzun metraj filmiyle ilgili son hazırlıkları yapmakta ve 2002 yılında kurmuş olduğu 'surrealismus' isimli yahoo grubunda, Empodokles'le aynı kişi olmadığının sınavını vermektedir.

Yeşilçam Kısa Film'e Bakıyor...


Bana Old And Wıse Çal

YÖNETMEN:
Çağan Irmak
SENARYO:
Çağan Irmak
OYUNCULAR:
Derya Alabora
Erkan Can
Tomris İncer
Nedim Doğan
KAMERA:
Mahir Gül
KURGU:
Sedat Karadeniz
SÜRE:
28 Dakika
TÜR:
Kurmaca


Oğuz, geceleri " Yalnızlar Saati" isimli radyo programı hazırlayan bir gençtir. Eda ise, yalnız yaşayan bir kadındır. Bir gece, radyo programına telefonla konuk olan yabancı adam, bu iki insanın yaşamlarının akışını değiştirir....(

..............................................................................................

Bana Old And Wıse Çal,adlı kısa filmim benim elimde bir referanstı..Ben Günaydın İstanbul Kardeş'in senaryosunu bir yapımcının önüne koydum. Dedim ki bu benim senaryom, bakın bu da kısafilmim..Ve birsüre onun yanında çalıştıktan sonra o filmi televizyon filmi olarak çektim. Yani beni yönetmen yapan film kısafilmimdir. O yüzden kısafilm çok önemlidir..
Mesela yönetmen olacak arkadaşlara bir önerim var..Kendileri için kısafilm yapsınlar ama bir tane de uzun metraja yakın bir hikayeyi anlatmayı denesinler..Kısafilm için bir kazanç olmaz ama kendileri için bir referans olur..Yani ben film yapabilirimi kanıtlamaları lazım.


Yönetmen / ÇAĞAN IRMAK

1970 yılında, İzmir'in Seferihisar ilçesinde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladıktan sonra, 1992'de Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Radyo Televizyon Bölümü'nden mezun oldu. Öğrenim gördüğü yıllarda çektiği "Masal" ve "Kurban" isimli kısa metrajlı filmlerle Sedat Simavi Ödülünü aldı. 1992 yılından itibaren çeşitli yönetmenlerin yanında, yönetmen yardımcılığı yaparak sinemaya girdi. Sırasıyla Orhan Oğuz, Mahinur Ergun, Filiz Kaynak ve Yusuf Kurçenli ile çalıştı.
1998'de senaryosunu kendi yazdığı "Bana Old And Wise'ı Çal" isimli kısa metrajlı filmiyle İFSAK'ın birincilik ödülüne lâyık görüldü. 1999 yılında hem yazıp hem yönettiği "Günaydın İstanbul Kardeş" isimli TV filminin ardından senaryosunu yazıp yönetmenliğini üstlendiği bir başka proje olan "Çilekli Pasta"yı çekti.
Aynı dönemlerde Mahinur Ergun'un yazdığı TV dizisi "Şaşıfelek Çıkmazı"nı yönetti. "Bir Aşk Hikayesi" adlı TV filminin senaryosunu yazdı.
2001 yılında senaryosunu yazdığı "Bana Şans Dile" adlı ilk filmiyle sinemada yönetmenliğe başladı. 2002'de televizyon tarihinin önemli yapımlarından olan "Asmalı Konak" dizisini yönetmeye başladı. Çok sayıda ödül alan bu dizi, gösterildiği dönemde her hafta izleyici rekorları kırdı. 2003 yılında "Mustafa Hakkında Her Şey" adlı ikinci sinema filmini gerçekleştirdi. 2005 yılında 12 Eylül dönemini anlattığı "Çemberimde Gül Oya" dizisiyle de büyük beğeni topladı.
2005 yılında yazıp yönettiği üçüncü filmi "Babam ve Oğlum" birçok ödül almasının yanı sıra, üç buçuk milyon izleyiciyi sinema salonlarına çekerek bir başka başarıya daha imza atmış oldu.

Filmleri:

Hollywood Kısa Film'e Bakıyor...


Dance Me To End Of Love

YAPIMCI:
Aaron Goffman
YÖNETMEN:
Aaron Goffman
SENARYO:
Quentin Tarantino
Aaron Goffman
OYUNCULAR:
Quentin Tarantino
Sylvia Binsfeld
Nick Rafter
Laura Bradley
Marc Anthony Reynolds
TÜR:
Kurmaca
SÜRE:
6.14

Leonard Cohen'in Dance me to the end of Love şarkısı eşliğinde, Aaron Goffman'dan evliliğe kısa bir bakış...

..............................................................................................

Tarantino'dan Cohen'e Saygı...

Senaryosu Bağımsız Amerikan Sineması'nın dahi çocuğu Tarantino' ya ait olan filmde,Tarantino Fransız chanson
müziğinin önde gelen temsilcilerinden ve ülkemizde Ne me Quit Pas adlı şarkısıyla tanınan Leonard Cohen'in filmle aynı adı taşıyan şarkısı eşliğinde Cohen' e saygısını sunuyor.



Leonard Cohen' in Dance Me To The End Of Love,
adlı şarkısının Japonya'da yayımlanmış LP kapağı

DANCE ME TO THE END OF LOVE
Dance me to your beauty with a burning violin
Dance me through the panic 'til I'm gathered safely in
Lift me like an olive branch and be my homeward dove
Dance me to the end of love
Dance me to the end of love

Oh let me see your beauty when the witnesses are gone
Let me feel you moving like they do in Babylon
Show me slowly what I only know the limits of
Dance me to the end of love
Dance me to the end of love

Dance me to the wedding now, dance me on and on
Dance me very tenderly and dance me very long
We're both of us beneath our love, we're both of us above
Dance me to the end of love
Dance me to the end of love

Dance me to the children who are asking to be born
Dance me through the curtains that our kisses have outworn
Raise a tent of shelter now, though every thread is torn
Dance me to the end of love

Dance me to your beauty with a burning violin
Dance me through the panic till I'm gathered safely in
Touch me with your naked hand or touch me with your glove
Dance me to the end of love
Dance me to the end of love
Dance me to the end of love

Yönetmen / AARON GOFFMAN

ÖDÜLLERİ:

2003
Best Production Design, Angelus Awards "SHUI HEN"
2004
Best Pop Music Video, MuchMusic Music Video Awards, "POWERLESS," Nelly Furtado
........................................................................
FİLMOGRAFİ:

"JACK SATIN," Feature Film, 35MM - Dir: Chris Olness - (Hamilton vonWatts, Melissa Joan Hart, Alley Mills, Robert Guillaume)

"IGBY'S DAY OFF," Television Pilot, 30 minutes, Super 16MM - Dir: Hector Barron - Simple Entertainment

"SHUI HEN" - Period Film, Drama, 35mm - Dir: Max Jezo-Parovsky, Sugar Cane Productions

"THE AMATEUR," Short Film, Comedy, 35MM - Dir: Josh Adler - Joyride Productions

"ROLLING LONGANIZA" - Short Film, Comedy - Dir: Romeo Candido - The Digital Sweatshop
"5 X 90: THE WAKE" - Art Film, Hi Def. - Dir: Samuel Kiehoon Lee

"MIND CRIME" - Short Film, Hi Def. - Dir: Tanja Mairitsch, Universal

"THINK KOOKY" - Satire Short Film, 16mm - Dir: Peter Kagan, Stiefel & Co.

"DITTY KING RACING" - Sales Film, 35mm - Dir: Jamie Mortellaro, RedBack Films
..........................................................................
MÜZİK VİDEOLARI:

- Nelly Furtado "POWERLESS"
- Train "WHEN I LOOK TO THE SKY"
- Garbage "ONLY HAPPY WHEN IT RAINS"
- Garbage "STUPID GIRL"
- Steve Winwood "SPY IN THE HOUSE OF LOVE"
- Milestone/Baby Face "I CARE ABOUT YOU"
- Aaliyah "JOURNEY TO THE PAST"
- Seven Mary Three "MAKE UP YOUR MIND"
- Barry Adamson "BLACK AMOUR"

Animasyon


Güneş Yolu

YAPIMCI:
Uğur Erbaş
YÖNETMEN:
Uğur Erbaş
SENARYO:
Appianus'dan

ALDIĞI ÖDÜLLER:
1.Ulusal
Columbia Tristar
Kısa Film
Yarışması
En İyi
Film Ödülü

Yönetmen / UĞUR ERBAŞ

1977 Ankara'da doğdu.
1999 Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü'nden mezun oldu.
2001 Aynı bölümde Araştırma Görevlisi olarak göreve başladı.
2002 "Dünyanın Kapıları" adlı filmi ile 39. Antalya Altın Portakal 8. Uluslararası Kısa film Yarışması "En iyi Animasyon" ödülünü aldı.
2004 "Güneş Yolu" adlı filmi ile Columbia-Tristar Ulusal Kısa Film Yarışması "En iyi Animasyon" ödülünü aldı.
2005 Şu an serbest çalışmaktadır.

Yılın Ödüllü Türk Filmlerinden Seçkiler


Hangi (Perpetual Dısorder)

YAPIMCI:
Oğulcan Kırca
TRT katkı
YÖNETMEN:
Oğulcan Kırca
SENARYO:
Oğulcan Kırca
OYUNCULAR:
Halit Ergenç
Yosi Mizrahi
Gökçer Genç
Erdinç Olgaçlı
Levent Kırca

ALDIĞI ÖDÜLLER:
41. Antalya Altın Portakal - Jüri Özel Ödülü

Yönetmen / OĞULCAN KIRCA

04-07-1977 doğumlu. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema-Tv bölümü mezunu. Bu yıl (2006) Van ve Mardin' de "Karanlıkta Bir Çığlık" isimli sinema filmi çekti. Çeşitli belgesel, reklam filmi, dv kısa filmleri, uzun metraj 1. yardımcı yönetmenlikleri ile post production ve digital efect supervizörlükleri var.
"Perpetual Disorder" yönetmenin ilk 35mm. kısa filmidir.

Sinema ve Akım: Sürrealisme / Gerçeküstücülük


Endulüs Köpeği (Un Chien Andalou)

YÖNETMEN:
Luis Buñuel
SENARYO:
Luis Buñuel
Salvador Dalí
OYUNCULAR:
Pierre Batcheff
Simone Mareuil
Luis Buñuel
Salvador Dalí
Jaime Miravilles
YIL:
1929
SÜRE:
16 min.



1928 te fransada sarvador dali ile birlikte yaptığı endlülüs köpeği,bunielin gerçeküstücü guruba katılmasını sağladı.filmin göstelirdiğin salonlara fafiştler sardırıp yetkililer filmi yasaklayarak tepki gösterdiğinde en büyük gerçeküstü sıkandaların birine neden oldu.filminde açık seçik rüya rüya benzeri görüntüler dizisiyle,imgelemi ve cinselliği bastıran toplumsal sistemin tirtanlığına öfkeli bir sardırıyla sinemaya gerçeküstücü kabulü getirdi.jean vigo'nun endülüs köpeği (un Chien andalalou) için yazdığı gibi''endülüs köpeği dikkat edin.Isırır.

Yönetmen / LUİS BUNUEL

Luis Bunuel sinemada sürrealizmin yaratıcısı ve dolayısıyla akımın en iyi temsilcisi. 1900 yılında İspyanya'da doğmuş; Madrid'de eğitim görürken Salvador Dali'yle ve sürrealizmle tanışmış. Paris'e gidip sanat dünyasıyla tanışmış ve 29 yaşında, yani 1929'da, ilk filmi olan Endülüs Köpeğini yapmış; senaryoyu da Dali ile birlikte yazmışlar. Bir sene sonra yine Dali'yle birlikte yazdıkları Altın Çağ'ı çevirmiş (filmin bir sahnesinde yine sürrealist ressam Max Ernst oynuyor). İki film de sürrealist sinemanın ilk iki başyapıtı olarak nitelendirilir. Aşırı benzetmeler, rüya sahneleri, ölü eşşeklerden tutun da karıncalara kadar birçok unsur bu zamanlarda bile insanı şaşırtır, iki filmde de herşey çağırışımlara ve rüyalara bağlıdır.

Bunuel sonra Land Without Bread isimli bir belgesel çeker; İspanya'nın fakir bir köyüne götürür kamerasını. Yine zorlayıcı sahnelerle doludur film, şahsen izlerken pek iyi hissetmemiştim kendimi. Bu filmden sonra İspanya'dan kovulur, Meksika'ya yerleşir ve sürgün dönemi başlar, ama yaratıcılığının doruk noktalarına da bu ülkede ulaşır. Los Olvidados (the Young and the Damned, 1950) ile sokaktaki sosyal yaşantıya gözlerini çevirir, bir sürü deneme sonrasında 1961 yılında (bence en iyi filmlerinden biri olan) Exterminating Angel'ı yapar. İzlediğim kadarıyla bu filmle Bunuel'in "burjuva yaşantısı" takıntısı başlar; sonraki filmlerinde de karakterler aynı tabakaya aittirler ve başlarına yine "sürreal" olaylar gelir. Bunuel filmlerinde her fırsatta burjuvazi geleneği ve dinin kendisi eleştirilir, ya da komik duruma düşürülür. Filmin kabaca konusu bir parti sırasında esrarengiz bir şekilde bulundukları odadan çıkamayan birkaç zengin hakkındadır.

Aynı sene başrolünde Catherine Deneuve olan Viridiana isimli filmiyle Cannes'da büyük ödüle ulaşır, böylece Fransa'da çalışmaya ve rahatlıkla projelerde yer almaya başlar. Filmde kiliseden ayrılan bir rahibe olan Deneuve Hristiyanlık uğruna evini sakatlara ve dilencilere açar. Sonrasında ne olacağını söylemeye gerek yok sanırım. Filmin biraz da anti-hristiyan söylemiyle Cannes'da ödül aldığını söylemek pek yanlış olmaz, zira film biraz olsun gerçeğe yakın şeylerden bahsetse de biraz saldırgandı. Bu filmden sonra Bunuel, Deneuve ile iki filmde daha çalışır: Belle de Jour (1967) ve Tristana (1970) yine benzer konulardan bahseder. Tristana'yı izlemedim, Belle de Jour'da zengin bir kocası olan Deneuve bir arkadaşının konuyu açmasıyla fahişelikle ilgilenmeye başlar. Laf olsun diye gittiği bir randevu evine sonradan alışkanlık olarak gelir. Bu film de tipik Bunuel temalarından birkaçını (cinsellik, aldatmak, burjuva karı kocalığı) kapsasa dahi bana göre zayıf filmlerinden. Bunuel'in gerçekten tartışmak istediği konular sonraki filmlerinden daha açık bir şekilde seçiliyor.

1964'de Jeanne Moreau ile bir Renoir yeniden çevirimi olan Diary of a Chambermaid'i çevirir, sonrasında yine ünlü filmlerinden the Milky Way (1969) var. İkisini de iyi film olarak duydum ama henüz izleyemedim.

Bunuel deyince asıl konuşulması gereken iki film var bana göre. İlki the Discreet Charm of the Bourgeoisie (Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği, 1972): adından biraz bir şekilde anlaşıldığı gibi Bunuel bu filminde de burjuva hayatına yönelik incelemelerde bulunur. Birkaç arkadaş beraber yemek yemek isterler ama garip sebeplerden ötürü yemeğe başlayamazlar. Rüya içinde rüya anlatımıyla gittikçe garipleşen acaip bir sinema şaheseridir.

Diğer önemli filmi ise That Obscure Object Of Desire (1977), aynı zamanda Bunuel'in ölmeden önceki son filmi.. Bunuel asıl bu filmiyle cinsellik temasına değinen ve "yüzeyin derinliklerine inen" bir bakış açısı sağlar. Diğer filmlerinde de rol alan Fernando Rey yine cinsel dürtüleri doruk noktada, zengin ve kendini beğenmiş bir burjuva beyefendisini canlandırır. Beyenfendinin tek amacı tanıştığı bir kızla cinsel ilişkiye girmesidir, ona aşık değildir ama arzuludur. Arzusunu karşılamak için herşeyi denemeye ve yapmaya hazırdır; ama Jean Claude Carriere'in (Bunuel'in önceki filmlerinde de beraber çalıştığı önemli bir senaryo yazarı) yazdığı ve Bunuel'in çektiği hiçbir filmde arzular tam anlamıyla tatmin edilemez. Karşımızda yine garip garip zincirleme olaylar vardır; bu sırada Bunuel muhtemelen sinemada ilk defa yapılmış birşey yapar: aynı karakteri canlandıran iki farklı oyuncu vardır. Bu yöntemin sebebi çok araştırılmış ve Bunuel'e konu hakkında yüzlerce sorular sorulmuş ama hiçbir ipucu alınamamış. Basit bir karakter analizine girdiğinizde bile nerede hangi oyuncunun özellikle seçildiğini tahmin edemiyorsunuz; zaten Bunuel de bu seçimin öylesine yapıldığını, seçimle beraber filme özel anlamlar katmak istemediğini vurgular. Son olarak filmde Bunuel 68 devrimini atlatmış Paris sokaklarının halen ne kadar "tehlikeli" olduğunu gösterme çabasına da el atmış; şehir terörizmini (ya da başka deyişle şehir gerillalarını) filmine eklemiştir.

Önemli olarak görünen diğer filmi de 1974 yapımı Phantom of Liberty filmi; henüz izleyemedim. Ama çoğu kaynakta Bunuel'in en garip, en fantastik filmi olduğu söylenir.

Luis Bunuel 1983 yılındaki ölümüne dek 30'un üzerinde film çekmiş, hepsinin aynı zamanda senaryo yazarlığını üstlenmiş (çoğu ortaklaşa olsa da) üstelik iki filminin de müziklerini bestelemiş. Bildiğim kadarıyla resim denemeleri de mevcut. Sanat hayatı yarım yüzyılı aşmış sürrealist bir kişilik..

Sinema ve Akım / Türkiye'de Sürrealisme (Gerçeküstücülük)


Alfabetik Düşler

YÖNETMEN:
Tan Tolga Demirci
SENARYO:
Tan Tolga Demirci
OYUNCULAR:
Kemal Okur
Derya Durmaz
Banu Fotocan
Ridade Tuncel
Ayşe Alagöz
Elif Yuvayapan

ALDIĞI ÖDÜLLER
(KATILDIĞI FESTİVALLER)
3. IF Bağımsız Film Festivali Kısa Film Yarışması
En İyi Film
3.IF Bağımsız Film Festivali Kısa Film Yarışması İzleyici Ödülü
2.Yıldız
Kısa Film Festivali En İyi Deneysel Film Ödülü
41.Antalya Altın Portakal Kısa Film
Yarışması En İyi Deneysel Film Ödülü
41.Antalya Altın Portakal Kısa Film Yarışması
Halk Jurisi Ödülü
16.Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması Selection
1.Amsterdam Kısa
Film Festivali - Selection -
Düseldorf Modern Sinema Müzesi gösterim
4.İzmir
Kısa Film Festivali (retrospektif)
17.İstanbul Kısa Film Günleri (retrospektif)

Yönetmen / TAN TOLGA DEMİRCİ

1975 İstanbul doğumlu. Yönetmen olmaya, 1987 yılında izlediği Evil Dead filmindeki ağaçların kadına tecavüz ettiği sahneden sonra karar verdi. İlk kez Lise 1 yılında sürrealizm ve dadaizmle tanıştı. O yıl, Joan Miro'dan kopyaladığı bir resimle ulusal resim yarışmasında birinci oldu ve Türkiye'de sürrealistlerin bilinmediğine kanaat getirdi. Sürrealizmle ilgili ilk aldığı kitap, Remzi'den çıkan Sürrealizm Resimli Ansiklopedisi, son aldığı kitap ise André Breton'un 'Arcanum 17' isimli kitabı oldu. O yıldan bu güne sürrealizme olan bağlılığını koruyan yönetmen, korku filmlerinde öldürülen kadınlara karşı duyduğu kıskançlığı çözmek amacıyla Lise 1 yılında S.Freud'u keşfetti ve onun Düşlerin Yorumu kuramından ve kitabından hiçbir şey anlamadı. 1992 yılında, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları, Sinema Televizyon Ana Danat Dalı, Görüntü Yönetmenliği Bölümü'ne girdi. 4 sene boyunca kimseye göstermemeye yemin ettiği ve sonra yeminini kızlar için bozduğu 416 ve 417 isimli iki kısa film çekti. 1992 yılından itibaren kendisini etkileyen yönetmenlerin başında, Luis Bunuel, Hans Richter, Leos Carax, Jean Luc Godard, François Truffaut, Alain Resnais ve Jean Cocteau gelir. Çekilen ilk sürrealist film olan 'Un Chien Andalou'yu İngiliz Kültür Merkezi'nde 1994 yılında izlediğinde şöyle düşündü: 'Çizgi roman olarak çekilseymiş daha renkli olabilirmiş'. Sonra, yine aynı yıl izlediği 'L'age D'or' filminden sonra bu iddiasını geri çekti. Freud'u kendi çizgisinde popülerleştirdiği 1993 yılı ortalarında tanıştığı Wilhelm Reich, C.G.Jung, Melanie Klein ve Jacques Lacan gibi isimler, onun kendisinden biraz daha uzaklaşmasını sağlayan düşünce adamları/okulları oldu. Aynı yıl keşfettiği Tom Waits'e ve onun müziğine olan bağlılığı hala süren yönetmen, Oğuz Adanır tarafından okutulan Baudrillard I ve Baudrillard II derslerindeki üstün başarısı ve her sınav sorusuna 'fallus, ayna, simgesel kastrasyon, coşkusal veba, usyarılımı, kendilik nesnesi, arketip' gibi sözcükleri katma yeteneği yüzünden madalyaya layık görüldü. İlk kez 1992 yılında, kısa bir öyküsü basılan yönetmen, o yıldan sonra Est A Non, Sinemasal ve Altyazı dergilerinde sinema yazılarını, Biçem, Yenibiçem, Sirius, Kavram Karmaşa, Kül, İzlek, Yom Sanat, Düşlem, Öteki/siz, Kül Öykü, Düzyazı Defteri ve Akatalpa dergilerinde ise öykülerini yayınlattı. 62 kadından oluşan ve henüz basılmamış dört öykü dosyası ile Ingrid Alvarez isimli kadına yazdığı 'Salt Lake' adını taşıyan, sonradan bir parçasını filme çektiği bir de romanı bulunan yönetmen, 1996 yılında, korku sinemasında öldürülen kadınlara karşı boyun borcunu ödemek için, 'Korku Sinemasının Psikanalizi' teziyle üniversiteden mezun oldu. Tezin Eylül ayında Es yayınları tarafından kitaplaştırılacağını ise henüz öğrendi. 1999 yılından itibaren kısa film çalışmaları içinde bulunan yönetmen, sırasıyla:

1999 - Anna (İspanya - De Gijon Kısa Film Yarışması Selection)
2000 - Trenler mi Terkedilmiştir Yoksa İstasyonlar mı ?
2001 - Salt Lake (14.Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması Selection)
2002 - Hayatımın Özeti (25. İFSAK Kısa Film Yarışması En İyi Deneysel Film -
Antalya Altın Portakal Kısa Film Yarışması Selection - 15. Ankara Ulusal
Kısa Film Yarışması Selection)
2002 - Prag’a Ne Dersin ? (25. İFSAK Kısa Film Yarışması Selection - 15. Ankara
Ulusal Kısa Film Yarışması En İyi Film)
2003 - Erses Apt. No: 8 (15.Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması Selection - 26.İFSAK
Kısa Film Yarışması Selection)
2003 - Kendiliğinden Öyküler (15.Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması Selection)
2003 - Alfabetik Düşler (3. IF Bağımsız Film Festivali Kısa Film Yarışması En İyi Film -
3.IF Bağımsız Film Festivali Kısa Film Yarışması İzleyici Ödülü - 2.Yıldız Kısa
Film Festivali En İyi Deneysel Film Ödülü - 41.Antalya Altın Portakal Kısa Film
Yarışması En İyi Deneysel Film Ödülü - 41.Antalya Altın Portakal Kısa Film
Yarışması Halk Jurisi Ödülü - 16.Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması Selection)
1.Amsterdam Kısa Film Festivali - Selection - Düseldorf Modern Sinema
Müzesi gösterim)
2004 - Klecks (16.Ankara Ulusal Kısa Film Yarışması Selection - 3.Signes De Nuis
Kısa Film Festivali Selection - 1.Amsterdam Kısa Film Festivali Selection -
Resfest Dijital Kısa Film Yarışması Selection - Düseldorf Modern Sinema
Müzesi gösterim)

isimli filmleri çekti. 2000 yılında, Gezici Avrupa Filmleri Festivali'nde izlediği ve Jan Svankmajer'in yönetmenliğini üstlendiği 'Conspirators of Pleasure' filminden öylesine etkilendi ki, ertesi yıl Prag'a gidip filmin yönetmeniyle tanışma fırsatını buldu. Bu sayede, Avrupa'da başı çeken Prag sürrealist grubuna da katılan yönetmen, sürrealizmin evrenselliği platformunda, çekmeyi düşündüğü uzun metrajın politikası üzerinde düşünmeye başladı. 2002 yılında, bir video kurgu programının neler yapabileceğini denerken, yanlışlıkla çektiği bir filmin, 25. Ingmar Bergman, Yılmaz Güney, Robert Bresson, uzakdoğu sineması, Amerikan müzikalleri, İtalyan Yeni Gerçekçi Sineması ve postmodern 'üretim araçları'na hizmet eden (Oliver Stone, Quentin Tarantino vs..) sinema ekol ve adamlarıyla olan mesafesini her zaman koruyan yönetmenin, Avrupa'daki 5 sürrealist grup tarafından çekilmesi düşünülen ve kendi hazırladığı 'Uluslararası Sürrealist Film Projesi', Londra sürrealist grubu tarafından reddedildi. Şimdilerde, projeyi hayata geçirmek bağlamında diğer grupları ayartmaya çalışan Demirci, bunun dışında çekmeyi düşündüğü uzun metraj filmiyle ilgili son hazırlıkları yapmakta ve 2002 yılında kurmuş olduğu 'surrealismus' isimli yahoo grubunda, Empodokles'le aynı kişi olmadığının sınavını vermektedir.